Saturday 31 January 2009

İşgal!!!

Occupation...

1.
Occupation is the seizure and transformation of space. Whether as the takeover of a building, roadway or vacant lot, it manifests itself as an interruption, as the subversion of capitalist normality.
2.
An occupation is a physical materialization of our power unfettered by legality or mere process. It is a practical demonstration of our ability to take a space, hold it, and remake it in a way that we choose.
3.
An occupation is not just a means to an end, an “extreme” tactic, or a high rung on the ladder of democratic dissent. Nor is it simply an end in itself. It’s the communication of a will, the staging area for an extension of paralysis, and the manifestation of what we want in the here and now.
Nothing is produced and nothing is represented in occupation: in this sense, it is fundamentally incompatible with the logic of capital. Occupation compels us at the level of pure means, and it is only as such - stripped of functionality, as a gesture - that it has the ability to cause a rupture in the capitalist order of time.
4.
Rather than asserting that ‘another world is possible’ within the very same framework of the world that is given, an occupation exists as a conflictual fabric erupting in this order, within which new subjectivities emerge and create themselves in situations of conflict.
5.
As a rupture the occupation is revelatory, uncovering true lines of division and exposing commonalities. Solidarity is built, opening unforeseen possibilities for communication and common action. On the other hand, masks are pulled back, with bureaucrats and cops exposing their aspirations to merely put the current catastrophe under new management.
6.
Stasis signals the defeat of an occupation; it must spread, and it must deepen. It is dangerous to the reigning order in the connections that can be built between it and other forms of subversion: sabotage, autonomous self-organization, strikes, blockades, and the general illegal practices of life in the metropolis. Between all of these, there is always already communicability.
7.
The death of an occupation is prevented when it is pushed beyond itself, when its interruption of the capitalist order is followed by a relentless counter-movement that deepens the communicability of our power and solidarities through the expansion and connection of conflictual situations. Occupation resonates there, at the level of life lived as power.

jenny and wayne
january 2009

New School İşgalinden....

Friday 30 January 2009

hayattan yok çıkarım

Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim, s.201

"...Hayattan çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. Ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. Mezarları bir kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır. Cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. Ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. Gene de garsona bir bahşiş bırakmak zorunda kalacaklardır. Hayattan çıkarı olmayanların hayatı, çıkmaza sürüklenecektir. Kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. Sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. Duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır. Duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır. Istırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden, ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılacaktır. Çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecektir. Güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır. Hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir. Böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.
Aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir; çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasına-gillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır. Kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. İşte o ada dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır. Kendilerini öldüremeyeceklerdir. Onlara anlatılacaktır ki, böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içindedir, gerçekle bir ilgisi yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. Hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkân var mıdır? Hayattan çıkarı olmamak, hem Tanrının hem de insanların gözünde affedilemez bir suçtur; gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. Bütün tarih, bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar. “Ben çıkarıma bakarım” diyeceksiniz, bunun için “Babamı bile tanımam” diyeceksiniz. Kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!

Monday 19 January 2009

Yanlış Mutluluk

Bazı şirketler çalışanlarına 'motivasyon' niyetine, her ayın son cuma günü iş günü bitimine doğru 'happy hours' ilan ediyorlar. Bu saatlerde içki içiliyor, iyi zaman geçiriliyor. Şu şekilde tercüme etsek olur herhalde: bu sınırlı saatler, şirkette harcanan diğer tüm zamanların mutsuz olduğunun kurumsal bir itirafı. Yoksa mutlu olduğu bastıra bastıra söylenen zamanlara ne ihtiyaç var ki?

Benzer bir yanılsama mutluluğu bugün içtiğim 'ucuz' biralarda bulabiliriz. Birçok bar, 'happy hours' adı altında, bazı saatlerde içkilerde ucuzluk yapar. Buna sevinen sıkı bira müşterileri olarak, bu mutluluğun tüm diğer zamanlarda, içtiğimiz her birada kazıklandığımız anlamına geldiğinin ne kadar farkındayız acaba?